Ateşte Yeşermek

Günümüzde mânâsı pek de kolay anlaşılmayan kelimelerden biridir levh-i mahfûz ya da namıdiğer kader. Kabaca, “Net  ana yolları Hak tarafından tayin edilip cüzi irademizle yol ayrımlarına kırdığımız direksiyondur.” demek anlamamızı kolaylaştırabilir mi? Buna bir Yunus Emre ile özdeşleşmiş zikirce “bilmem” derim.

İdrakimizi güçlendirmek adına, bir  de şu müthiş cümleye göz değdirelim: “Kalbin atışı kaderin sesidir.” Doğru ya, yaşıyor olmak veya yaşam saatimizin durması da kader değil midir? Bu cümleyi de es geçmek olmazdı, “Kader, herkese bir görev vermiş, herkesi yaratılışına göre bir derde uğratmış, bir işe koşmuş.” O hâlde bazılarımız için,”Tırtılın kaderinde kelebek olup güzel ölmek vardır.” diyebilmek pekâlâ mümkündür. Fakat bir kısmımız için durum bu kadar iyi olmayabilir. Tüm olumsuzlukların faili olarak kaderi mimlemek doğru değildir. Hâşâ, alın yazısını kabul etmemek yaratıcıyı suçlamaktır. Razı gelmesi gereken O, iken biz ondan nasıl razı gel(e)meyiz? İhtimali söz konusu bile olmamalı. Üstelik bir imtihânda olduğumuzun bilincinde olarak hareket ettiğimizi varsaymak istiyorum. En azından içimizdeki inanmışlar  için. Fakat yine de acz yüklü olduğumuz da bir gerçek. Bence kaderi kabullenmemek (daha doğrusu istemediğimiz yönleri) konusunda günah keçisi aramak yerine, suç ibresi yalnızca kalbimizin kutbunu göstermeli. Evet, kadere teslimiyetin insanı kaygılardan uzaklaştırdığı da  bir gerçek. Ama tüm sorumluluğun kişide ya da sadece kaderde olduğunu varsaymak büyük bir seraptır.

Bir de satranç tahtası nazarıyla bakalım mı hayata? Koşmaktan bahsetmiştik bir alıntımızda. Kimimiz at gibi çetrefilli bir yolla kimimiz ise vezir gibi sağa da sola da veya çapraz yollara dahi kolayca atmıştır kendini. Ama konumuz yön tayiniyle sınırlı değil. Asıl meselemizin kaderin tanımından daha uç ve daha derinlik barındırması gerektiğini düşünüyorum. Şunun gibi “İbrâhimvâri  olmak ateşteki odunları yola saçılmış güller hâline getiriyorsa, aksi durumda, “Kaderi tenkid eden başını örse vurur, kırar.” cümlesi zannımca üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin sayısız yerinde tespitinden biridir.

Gelgelelim hayat satrancımıza.Oyun bittikten sonra siyah ve beyaz taşlar aynı yere konur. Ama önemli olan Ankebût suresinin 64. âyetinde değinildiği şekliyle: “Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi!” mânâsını anlayarak oyun bittikten sonra kazanan mı yoksa kaybeden mi olduğumuzla ilgilenmektir.

Velhasıl-ı kelâm, yol bellidir; direksiyonu çiçekli yola veya çamura kırmak ise bizim elimizdedir.

Yorum bırakın