BİR RÜYA GÖRDÜM İÇİNDE KUDÜS VAR

Şaşkın şaşkın bir çevredekilere bir kendine bakıyordu Selahaddin.Bu insanlar neden bu kadar soluk renkli ve birbirine benzer giyinmiş olabilirler diye düşündü.Hayrolsun inşallah diye arkasından gelen ses kirliliğine yöneldi.Üç çocuk oyun oynarken laf dalaşına tutulmuşlardı.Bileğinde altı köşeli yıldız dövmesi olan kısa çocuk çok agresifti.Boylarına bakılacak olursa en kısası olan bu çocuk sesini bayağı yükseltiyordu.En uzun olanın boynunda uzunca bir kolye vardı.Daha iyi görebilmek için çocuklara yaklaşıp uzun olana doğru eğilip inceledi.Kolyeyi dövmeye benzetti ama kolye daha güzeldi.Sekiz köşeli kolyesi olan,uzun süredir tek başına ve adaletli bir şekilde kumdan kale yaptığını anlatmaya çalışıyordu.Ama muskalı ortanca çocuk ile küçük olan işbirliği içindeydi.Birbirinden güç alıp kalenin yapımında büyük payın kendilerine ait olduğunu iddia ediyorlardı.Selahaddin onlar tartışırken nerde olduğunu idrak etmeye çalışıyordu.Sonun da ilginç kıyafetli birileri onu farketmiş olacak ki ona doğru yürümeye başladılar.Hava da çok sıcaktı,çıkış nerde diye sorup bu yerden kurtulacaktı.Ailesi merak ederdi hem yarın sabah erken okula gitmeliydi.Gelen adam savaşçı olmalıydı.Oldukça heybetliydi ve bir o kadar keskin bakışlıydı.Ardından da konuşarak gelen kısa boylu,zayıf biri vardı.Heybetli adama bakılırsa hiçte oralı değildi.Selahaddin selam verip elini uzattı.Heybetli, önünde duruyordu ama elini uzatmadı.Selahddin’in umudu tükenmişti sadece bir kişiyle konuşabilmişti o da:”Benden su isteme Selahaddin diye biri var o gelince istersin, çok adîldir,iyidir,zekidir…istediğini verir demişti.Bu Selahaddin babasına:Neden adımı Selahaddin koydunuz?diye sorduğun da anlatılan Selahaddin’di.O da çok adîldi,iyi bir savaşçı ve zeki biriydi.Hem su isteyebilir hem de aklına takılan soruları sorabilirdi.En sonunda da eve dönmesinde de belki o olursa yardımcı olabilirdi.Ama onu nasıl tanıyacaktı ki “neyse Selahaddin sen şimdi bunları düşünme” dedi kendi kendine.Heybetli adam, hafif terlemiş olan ellerini yıkadı.İki avuç içini birleştirip baş işaretiyle arkasındaki yardımcısından biraz daha su istedi.Elleri kadar berrak suyu doldurup Selahaddin’e doğru tuttu.Selahaddin içmek konusunda hiç tereddüt etmeden bir kaç yudumda bitirdi.Buraya nasıl geldiğini bilmediği andan bu yana su bulmakta çok zorlanmıştı.İlaç gibi gelmişti içtiği.Gül gibi de kokuyordu.Çok yumuşak içimlik, tatlı mı tatlıydı da.Hiç bu kadar güzel su içtiğini hatırlamıyordu.”Şey! Allah razı olsun, teşekkür ederim su için.Adınız neydi acaba?Biraz geveze olan genç yardımcısı hemen lafa atlayıverdi:”Yusuf onun adı” der demez Heybetli adam sağına dönüp hafifçe kaşlarını çattı.Yardımcısının yüzü kızararak: afedersiniz efendim” deyiverdi.Selahaddin’in hisleri onu kolay kolay yanıltmazdı. Bu defa çok emindi su veren kişinin Seladdin Eyyubi olduğundan ama heybetli adam, gülümsemiş ve başını okşayarak,yardımcısıyla oradan uzaklaşmıştı.Seladdin, büyülenmiş gibiydi.Sonra tekrar arka tarafa baktı.Ama ne tartışan çocuklar vardı ne de başına altın taç geçirdikleri kumdan kale.Aslında darma dağındı.Hem bu kalenin dağınık yapısı bile bulunduğu yere ne kadar da çok benziyordu.Saf altından yapılmış,etrafı sekizgen şekilde çevrilmiş bahçesi de.Maketini yapmaya çalışmışlardı demekki.Selahaddin nereye giderdi ne yapardı şimdi.Hava da kararmaya yüz tutmuştu.İyice korkmaya başlamıştı.Çok yorgundu, göz kapaklarını ısındıracak kadar uykuya dalmıştı ki kılıç sesleri duymaya başladı.Tertemiz olan bu şehir artik çok kirliydi.Yerde kırmızı bir su.Ötede kılıç seslerine eşlik eden at kişnemeleri.Savaş olduğunu anlamakta gecikmedi.Ama ilginç bir şekilde kimse Selahaddin’i bulunduğu yerde bu defa hiç farketmemişti.Aslında üzerindeki modern kıyafetlere bakılınca hiçte görülmeyecek gibi de değildi.Birileri yakıp yıkıyordu mabedleri.Gündüz sıkıldığı bir anda korkmayı bir kenara bırakmıştı.Merak duygusunu da bastıramayınca gezmişti oraları.Elleriyle gerçekten mi dokunup hissedebiliyorum diye test etmeyi ihmal etmemişti.Bir duvarın iki tarafında farklı insanlar vardı ağlayarak dualar ediyorlardı.Bazıları annesi gibi örtülüydü.Bu olaya biraz şaşırmıştı.ilerlerken bu defa yerin tertemiz olduğunu ve etrafın çok güzel koktuğunu da farketmişti.Burası tanıdık geliyor gibiydi ama kimseyi tanımıyordu.Savaş manzarası aklına geldikçe ürküyordu.Bu insanlar sabahki çocuklar gibi neyi paylaşamıyorlardı?Zaten Selahaddin Eyyubi fethederek bir kez daha müslümanlara ait olduğunu göstermişti düşüncesiyle anlamıştı her şeyi.Evet doğruya burası Kudüs’tü.Nasıl oldu da bu saate kadar tanıyamadı.Savaşın kirli izleri o gözlerini açınca tamamiyen geçmişti.İşte ona su veren güzel insan göründü.Arkasından biri Selahaddin Eyyubî geliyor diye bağırdı.Aman Allah’ım bu oydu.Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı.O sırada Selahaddin Eyyubi ordan atlı askerleriyle geçerken ona bakıp tebessüm etmişti.Eliyle yerdeki maketi işaret etti ve ilerledi.Nasıl olur da yerdeki yıkık maket tekrar eski halini alırdı.Onu Selahaddin Eyyubi birleştirmişti.İçi içine sığmıyordu küçük Selahaddin’in.Sonunda hem onu hem Kudüs’ü görebilmişti.Yıllardır babasından duydukları ve kitaplardan öğrendikleri gönlündeki ateşi dindirememişti.En son yüz yıl önce elimizdeydi.Yine Selahaddin Eyyubi kurtarmıştı.Boşuna şehitlere ölüler demeyin,onlar yaşıyorlar diye yazılmamıştı ki.Bir de nedense ilk kez net şekilde ezan sesini duyabiliyordu.Şimdi ilk kıbleye dönüp, ilk namazı kılma vaktiydi.Mutluluk gözyaşları içinde huşuyla secdeyle bütünleşti.En içten şekilde Rabbin’e en yakın olduğu anda önce şükür edip peygamber efendimiz(s.a.v)’e selam verdi.Ardın da şöyle konuştu:”Ey Rabb’im bulunduğum yeri fetheden güzel insan gibi olmayı bana nasip eyle.Sana yalvarırım burayı bir daha değer bilmezlerin eline düşürmemize izin verme.Benim gibi kokusuna, huzuruna,her toz zerresine hasret kullarının gönlünü, burda feraha kavuştur”dedi. Sonra kalbiyle paralel iki avcuna doluşmuş aminleri yüzüne sürdü.Bu nasıl güzel bir gariplik ki bir anda kendini hayalin de buluyordu.Bu huzur mabedi yerini ağlama ve yakarışlara bırakalı bir kaç dakika olmamıştı.Anlaşılan o ki burda yıllar dakika yerine geçmişti.Herkes üzülüyordu.Selahaddin bu defa pencereden bakınca anlamasıyla ağlaması anlık olmuştu.Selahaddin büyüyordu artık.Bu yaşadıkları ve haklı davası onu olgunlaştırmıştı.Hava kararmıştı.Taş kubbeden çıkıp gitme vaktinin geldiğini anlamış gibi ciğerlerine bolca Kudüs,bolca Seladdin Eyyubi ve bir çok peygamberin mücadelesini doldurmuştu.Bir daha geri gelebilecek miyiz buralara diye düşünüyorken çok sert bir rüzgar esti.Çok üşümeye başladı Selahaddin bu hava ne ara bu kadar soğumuştu,hissedememişti bile.İlerde Kudüs’ü ecnebi kenti olarak görebilmeye ihtimal verecek gibi oluyordu.Sonra çok utanıyordu böyle bir şeye ihtimal verdiği için.Bir daha görmek nasip olacak mı düşüncesiyle doldu gözleri.Sarıldı son kez taş duvarlara” ben de Seladdin’im benim de anlamlı bir yolda feda edecek minik bir kalbim var.Beni bağrına bas ve affet bizi, yabancı elde zulmüne çok seyirci kaldık.”dedi hıçkırarak. Gözyaşlarını emanet etmişti Mescid-i Aksa’ya.”Kurumadan inşallah gelecek yine Selahaddinler” dediği anda pencerenin açılmasıyla uykudan uyandı.Biraz terlemişti ama gerçekten gitmiş gibiydi.Bunun bir rüya olduğuna inanmak istemiyordu.Sert rüzgar içeriye doluşuyordu.Birden başucunda bulunan Kur’an-ı Kerim’in yaprakları ayraçtan sonra havalandı.Pencereyi koşup kapattı.Abdest aldı ve ağzına suyu götürünce yoğun bir gül kokusunu algıladı ve gülümsedi.Şükür namazı kıldı.Açılan Kur’an-ı Kerim sayfasıni kapatmayı unutmuştu.Ama bu olağanüstü gece için meraklanıp okumaya başlamıştı.Yeni başlamış sayılırdı okumaya.Arapça okumayı biliyor fakat anlayamıyordu.Bu yüzden annesi ona meali de yanında yazan Kur’an-ı Kerim’i hediye etmişti.Sayfa bittikten sonra merakla anlamını okumaya başladı.Ayet bitince mealini okudu hemen.Baştan aşağı bir ürperti sardı küçük bedenini.Bu defa sesli okuyordu:”Bir gece kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu Mescid-i Aksa’ya götüren Allah,noksan sıfatlardan münezzehtir.(İsra suresi 1.ayet)

Yorum bırakın